Mecidiyeköy’ de 5-6 kişilik kadrosu olan bir ajansta çalışıyordum.  O günlerde hızla büyüyen Orta Doğu Arap-Kürt sofrası kebapçı zincirlerinden bir tanesine broşür hazırlıyorduk.

Firmanın reklam işleriyle görevlendirdiği genç ve güzel bir bayan yetkili ile karşılıklı saygı çerçevesinde zevkli bir ön çalışma yapmıştık…

Daha sonra son değişiklikler için bu bayan, patronlardan biriyle geldi. Gelen patron kardeşlerden biriydi, göbeğine kadar açık kıllı göğsü ve gerdanındaki parmak kalınlığındaki altın zinciri ile restoran zincirlerinin servetine ve Abuzer Kadayıf tiplemesine aynen uyuyordu.

Önce parayı, sonra kadını belli bir yaştan sonra gördüğü için yanındaki güzel bayana hava atıyor, grafik tasarım üzerinde istediği olur olmaz değişiklikleri bana yaptırıyor, bayana da  ikide bir “nasıl oldu” diye soruyordu. Bayan kaçamak cevaplar veriyordu, çünkü tasarım artık tasarım olmaktan çıkıyordu. Bay kıllı kadayıf umduğu takdir ve desteği bayandan göremiyordu.

Tasarım katliamına son vermek için son bir şansımı deneyerek hiç de kullandığım bir üslup olmadığı halde, istenilenlerin grafik tasarım kurallarıyla bağdaşmadığını güzel sanatlar okullarında böyle öğretilmediğini söylemek talihsizliğinde bulundum. Aklımca, mektepli olmama sığınacak ve tasarımı kurtaracaktım.

Adam aynen şunu dedi;

-Ben senin gibi güzel sanatlar tahsili almadım, ama bu tasarımın parasını ben veriyorum, senin zevkine göre değil benim zevkime göre yapacaksın. Senin dediğin değil, benim dediğim olacak.

İnanın, herkesin bildiği ve dillerde dolaşan “Kro’yum Ama Para Bende” sözünün bir başka ifadesiydi…O sözü duyar fakat inanamazdım, canlı örneğini o zaman bu muhabbette yaşadım.

Bu muhabbetten sonra; para ile kültürün aynı adamda olmadığını çok daha iyi anladım.

Kıllı kadayıf, bayanın gözünde aklı sıra  bir zafer kazanmıştı… Parasını sokağa atarak berbat bir tasarım yaptırmıştı.

Bir an,  çalıştığım ajanstan istifa etmek aklıma gelmişti, ama hayat şartları vesaire diye özetlediğimiz gerekçeler yüzünden yapamamıştım.

Bu olaydan sonra reklamcılık biliminin kurallarına göre doğru reklam yapmak yerine, müşterinin beğenisine göre reklam yapmak zorunda kalanlara daha bir hoşgörü ile yaklaşmaya çalıştıysam da; asıl reklamcıları bu duruma iten koşullardan nefret etmeye başladım.

Parayı verenin düdüğü çaldığını, kendi parasıyla kendi reklamını rezil edenlerin sayısının da hayli fazla olduğunu zaman geçtikçe daha iyi anladım.